RSS

Etiket arşivi: Ümit Yaşar Oğuzcan

AŞK İMİŞ HER NE VAR ÂLEMDE (AŞK ŞİİRLERİ SEÇKİSİ)

AŞK ŞİİRLERİ [Selçuk Gür’ün Seçtikleri)

ORHON MURAT ARIBURNU (1918 – 11 Nisan 1989)
Şair, sinema ve tiyatro yönetmeni, oyuncu, senarist ve yapımcı

HAVVA’NIN KIZI

Bacak bacak üstüne atma
Ortadan ayırma saçlarını
Gülerken deli edersin
Gülme
Esvabın darını giyme
Hele kapının önünde durup mehtaba karşı
Elini elime verme

Zor olur ayrılması senden
Bak söylüyorum
Delikanlıyım
Fena olurum
Günahkâr olurum
Yapma

Sakın ha
Söylediklerime bakma

LALELİ

Lalelim
Laleli’de oturur
Laleli lale olur lalelimden.

Laleli’den geçilir
Lalelimden geçilmez!..

RASGELE

Ellerin
Ellerime değse rasgele
Parmağın, parmağıma
İçimden yıldızlar uçuşur
Sana, taaa sana

Gözlerin
Gözlerime değse rasgele
Dizlerin, dizlerime
Yağmurlar yağar içime
Taaa içime

Bir soluğun değse
Bir dudağın değse yüzüme
Bir daha
Bir daha değse

Ve bir daha değse

Rasgele

ÖZDEMİR ASAF (11 Haziran 1923 – 28 Ocak 1981)
Şair

2=1

“Kim o?”, deme boşuna…
Benim, ben.
Öyle bir ben ki, gelen kapına;
Baştan başa sen.

AŞKIM

Ne yere, ne göğe ismini yazdım
Senin ismini aşkım, kalbime
Yazdım

BAĞLI

Beni öyle bir yalana inandır ki,
Ömrümce sürsün doğruluğu.

BAŞLAMALAR

1
Seni seviyorum
Ben de seni

Tutuyorum
Ben de seni

Öpüyorum
Ben de seni

2
Doğuyorum
Ben de sana

Yaşıyorum
Ben de sana

Geliyorum
Ben de sana

Bitiyorum
Ben de sana

Ölüyorum
Ben de sana

3
Ben seninim
Ben de senin

Sen benimsin
Ben de senin

4
Gelip kaldım
Ben de senden

Görüp kaldım
Ben de senden

Gidip kaldım
Ben de senden

Umup kaldım
Ben de senden

5
Sen de ben de
Ben de sen de

Sende bende
Bende sende

Sen de bende
Ben de sende

Sende ben de
Bende sen de

6
Geliyorum
Bende seninle

Gidiyorum
Ben de seninle

Kalıyorum
Ben de seninle

Ölüyorum
Ben de seninle

7
Yalnızım
Ben de sensiz

Çirkinim
Ben de sensiz

Küçüğüm
Ben de sensiz

Ölüyüm
Ben de sensiz

“BEKLE!” DEDİ

“Bekle!” dedi, gitti
Ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama kimse ölmedi.

BİR GECE

Gecede bir uyku,
Uykunun içinde ben.
Uyuyorum,
Uykudayım,
Yanımda sen.

Uykunun içinde bir rüya,
Rüyamda bir gece,
Gecede ben.
Bir yere gidiyorum,
Delicesine.
Aklımda sen.

Ben seni seviyorum,
Gizlice.
El pençe duruyorum,
Yüzüne bakıyorum,
Söylemeden tek hece.

Seni yitiriyorum,
Çok karanlık bir anda.
Birden uyanıyorum,
Bakıyorum aydınlık;
Uyuyorsun yanımda,
Güzelce.

DARI

Sevmek
Nokta almaz
Çocuklar.

Sevmeye nokta koyan
Sınıfta kalır.

Onun,
Virgülleri vardır
Çocuklar.

Sevmek noktalanmaz;
O, noktadır.

DENKLEM

Düşünürken kendimden başkasına inanmam.
İnanırsam ben senden başkasına inanmam.
İnanınca düşünür, yönelir sana doğru;
Seninle ikimizden başkasına inanmam.

DUVARA ASTIĞIM

Ölünceye kadar beni bekleyecekmiş,
Sersem!
Ben seni beklerken ölmem ki,
Beklersem.

HAKSIZLIK

Kadınları sevmek, bir kadına haksızlık etmek demektir.
Bir kadını sevmek, kadınlara haksızlık etmek demektir.

İSİMSİZ

Biri sana sorarsa;
Sana, beni sorarsa;
“Gitti”, der misin?
Gittiğimi söyler misin?
Gidiyorum ben sana,
Benimle gider misin?

KÜÇÜK EV

Hangi eve
Başımızı soktuysak,
Yer yerinden oynadı
Aşkımızdan.

“Büyük aşklar
Eve sığmaz” diye
Bir şair sözü vardır da,
Ondan.

MESAJ

Ölebilirim bu genç yaşımda,
En güzel şiirlerimi söylemeden götürebilirim.
Şimdi kavak yelleri esiyorken başımda,
Sevgilim,
Seni bir akşamüstü düşündürebilirim.

LAVİNİA (*)

Sana “Gitme!” demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana “Gitme!” demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana “Gitme!” demeyeceğim.
Ama gitme Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme Lavinia.

(*) Önce gazeteci ve yazar İlhan Selçuk’un (1925-2010), sonra sinema oyuncusu ve komedyen Öztürk Serengil’in (1930-1999) ilk eşi, daha sonra görüntü yönetmeni Muhlis Hasa’nın eşi olan Mevhibe Meziyet Beyat (1925 – 2007) için yazıldığı ileri sürülür.

MESAJ

Ölebilirim bu genç yaşımda,
En güzel şiirlerimi söylemeden götürebilirim.
Şimdi kavak yelleri esiyorken başımda,
Sevgilim,
Seni bir akşamüstü düşündürebilirim.

O IŞIK

Ben yoksam; biliyorum, ben sende yokuz.
Sen yoksan; biliyorum, sen bende yokuz.
Ve de gözlerimizde bir o ışık ki,
O yoksa; biliyorum, biz bizde yokuz.

YÖN

Sen bana bakma,
Ben senin baktığın yönde olurum.

YUVARLAĞIN KÖŞELERİ

Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
Zekâ ile düşersen kavrulursun.
Akıl ile düşersen çıldırırsın.
Duygu ile düşersen gülünç olursun.
Aşka düşmezsen; kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
Sersem sersem bakınıp durma, bir yol seç!

VICTOR HUGO (26 Şubat 1802 – 22 Mayıs 1885)
Fransız şair, romancı ve oyun yazarı

DİLENCİ (*)

Sen, her gün köşe başlarında
Yırtık urbanla, kirli ellerinle
Avuç açan, sefil insan!

İnan, farkımız yok birbirimizden.
Sen, belki tüm yaşamınca dilenecek;
Beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
Ötekinden isteyeceksin.

Ama ben, tüm yaşamım boyunca
Tek bir kez dilendim,
Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
Öylesine boş, öylesine açık kaldı ki elim,
Yemin ettim, bir daha dilenmeyeceğim.

(*) Victor Hugo’nun yazdığına ilişkin “kesin” kaynak bulunmamaktadır.

CAHİT IRGAT (21 Mart 1915 – 5 Haziran 1971)
Tiyatro ve sinema sanatçısı, şair

ELLERİN

Ekmek gibi ellerin var
Sıcacık
Seni niçin sevmeyeyim?

ATTİLÂ İLHAN (15 Haziran 1925 – 11 Ekim 2005)
Şair, romancı, deneme yazarı, gazeteci, senarist ve eleştirmen

AYRILANLAR İÇİN

Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi, evet her şeyi unutmalıyız
Her kederin tesellisi bulunur, üzülme
İnsan ne kadar sevse unutabilir
Mevsimler gelir geçer, yıllar geçer

Sen de unutursun bir gün gelir
Hiç yaşamamışçasına, hiç sevmemişçesine
Unutursun o günlerimizi, gecelerimizi
O günlerce, gecelerce sevişmelerimizi
Her şeyi, evet her şeyi unutabilirsin
Hatta bütün yazdıklarımı, satır satır
Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır

BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum, bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum, bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir, o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum, sen yoksun

Sevmek, kimi zaman rezilce korkudur
İnsan, bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih’te yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam, ne tutsam, nereye gitsem
Ben sana mecburum, sen yoksun

Belki haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor, kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın, tüylerin ürperiyor
Belki körsün, kırılmışsın, telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız, fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
“Sus!” deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır, başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum, bilemezsin.

BÖYLE BİR SEVMEK

Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
Azıcık okşasam, sanki çocuktular
Bıraksam korkudan gözleri sislenir
Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir

Hayır, sanmayın ki beni unuttular
Hâlâ ara sıra mektupları gelir

Gerçek değildiler, birer umuttular
Eski bir şarkı, belki bir şiir
Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir

Yalnızlıklarımda elimden tuttular
Uzak fısıltıları içimi ürpertir
Sanki gökyüzünde bir buluttular
Nereye kayboldular şimdi, kim bilir
Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir.

SİSLER BULVARI

Elinin arkasında güneş duruyordu
Aylardan kasımdı, üşüyorduk
Ağacın biri bulvarda ölüyordu
Şehrin camları kaygısız gülüyordu
Her köşe başında öpüşüyorduk

Sisler Bulvarı’na akşam çökmüştü
Omuzlarımıza çoktan çökmüştü
Kesik birer kol gibi yalnızdık
Dağlarda ateşler yanmıyordu
Deniz fenerleri sönmüştü
Birbirimizin gözlerini arıyorduk

Sisler Bulvarı’nda seni kaybettim
Sokak lambaları öksürüyordu
Yukarda bulutlar yürüyordu

Terkedilmiş bir çocuk gibiydim
Dokunsanız ağlayacaktım
Yenikapı’da bir tren vardı

Sisler Bulvarı’nda öleceğim
Sol kasığımdan vuracaklar
Bulvar durağında düşeceğim
Gözlüklerim kırılacaklar
Sen rüyasını göreceksin
Çığlık çığlığa uyanacaksın
Sabah kapını çalacaklar
Elinden tutup getirecekler
Beni görünce taş kesileceksin
Ağlamayacaksın! Ağlamayacaksın!

Sisler Bulvarı’ndan geçtim, sırılsıklamdı
Islak kaldırımlar parlıyordu
Durup dururken gözlerim dalıyordu
Bir bardak şarapta kayboluyordum
Gece bekçilerine saati soruyordum
Evime gitmekten korkuyordum
Sisler boğazıma sarılmışlardı

Bir gemi beni Afrika’ya götürecek
İsmi bilmiyorum ne olacak
Kazablanka’da bir gün kalacağım
Sisler Bulvarı’nı hatırlayacağım
“Kırmızı Melek” şarkısından bir satır
Lodostan bir satır, yağmurdan iki
Senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
Seni hatırlatanın çenesini kıracağım
Limanda vapurlar uğuldayacak

Sisler Bulvarı, bir gece haykırmıştı
Ağaçları yatıyordu, yoksuldu
Bütün yaprakları sararmıştı
Bütün bir sonbahar ağlamıştı
Ağlayan sanki İstanbul’du
“Öl!” desen, belki ölecektim
İçimde biber gibi bir kahır
Bütün şiirlerimi yakacaktım
Yalnızlık bana dokunuyordu

Eğer Sisler Bulvarı olmasa
Eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
Sabah ezanında yağmur yağmasa
Şüphesiz bir delilik yapardım
Hiç kimse beni anlayamazdı
On beş sene hüküm giyerdim

Dördüncü yılında kaçardım
Belki kaçarken vururlardı

Sisler Bulvarı’ndan geçmediğin gün
Sisler Bulvarı öksüz, ben öksüzüm
Yağmurun altında yalnızım
Ağzım, elim, yüzüm ıslanıyor
Tren düdükleri iç içe giriyorlar
Aklımı fikrimi çeliyorlar
Aksaray’da ışıklar yanıyor
Sisler Bulvarı ayaklanıyor
Artık kalbimi susturamıyorum

ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ

Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım

Ne vakit Maçka’dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Bir rüzgâr aklımı alırdı
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarının ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım

Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü, cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım

YAĞMUR KAÇAĞI

Elimden tut, yoksa düşeceğim
Yoksa bir bir yıldızlar düşecek
Eğer şairsem, beni tanırsan
Yağmurdan korktuğumu bilirsen
Gözlerim aklına gelirse
Elimden tut, yoksa düşeceğim
Yağmur beni götürecek, yoksa beni
Geceleri bir çarpıntı duyarsan
Telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
Sarayburnu’ndan geçiyorum
Akşamsa, eylülse, ıslanmışsam
Beni görsen, belki anlayamazsın
İçlenir, gizli gizli ağlarsın
Eğer ben yalnızsam, yanılmışsam
Elimden tut, yoksa düşeceğim
Yağmur beni götürecek, yoksa beni.

ORHAN VELİ KANIK (13 Nisan 1914 – 14 Kasım 1950)
Şair

ANLATAMIYORUM (MORO ROMANTICO)

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

AYRILIŞ

Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.

DAVET

Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.

İÇKİYE BENZER BİR ŞEY VAR BU HAVALARDA

İçkiye benzer bir şey var bu havalarda
Kötü ediyor insanı, kötü…
Hele bir hasretlik oldu mu serde;
Sevdiğin başka yerde,
Sen başka yerde.
Dertli ediyor insanı, dertli.

İçkiye benzer bir şey var bu havalarda,
Sarhoş ediyor insanı, sarhoş.

SERE SERPE

Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama…
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!

SEVDAYA MI TUTULDUM?

Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım.
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?

SÖZ

Aynada başka güzelsin,
Yatakta başka;
Aldırma söz olur diye;
Tak takıştır,
Sür sürüştür,
İnadına gel,
Piyasa vakti,
Muhallebiciye.

Söz olurmuş,
Olsun;
Dostum değil misin?

ŞAHESERİM

Âşık olduğum zamanlarda
Şiir yazmak âdetim değildi.
Halbuki asıl şaheserimi
Onu en çok sevdiğimi
Anladığım zaman yazdım.

Onun için bu şiiri
İlk önce ona okuyacağım

TAHATTUR

Alnımdaki bıçak yarası
Senin yüzünden;
Tabakam senin yadigârın;
“İki elin kanda olsa gel!” diyor
Telgrafın;
Nasıl unuturum seni ben,
Vesikalı yârim?

YALNIZLIK ŞİİRLERİ

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasil konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

NECİP FAZIL KISAKÜREK (26 Mayıs 1904 – 25 Mayıs 1983)
Şair, yazar ve düşünür

AFFET

Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,
Affet senden habersiz aldığım her nefesten.

BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde (*) gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

(*) Vehim: Kuruntu.

TURHAN OĞUZBAŞ (14 Mart 1933 – 15 Mayıs 1997)
Avukat, gazeteci, müşavir, reklamcı, şair

ÇARESİZ ADAM

Akşamları bırakıp bırakıp gitmelerin var ya
Beni en çok onlar bitiriyor işte
Sonra bazı geceler istasyonda
O dönüp dönüp arkana bakmaların
Sonra kalabalıkta ağır ağır uçuşu saçlarının
Dağ başında unutulmuş bir harman gibi

Beni en çok bunlar bitiriyor işte
Bu dedikodular, yalanlar, korkular
Sonra bir sabah vakti
Peri padişahının oğluyla görmek seni
Ağlasan ağlayamazsın, ölsen anlamazlar
Beni en çok bunlar bitiriyor işte

DÖRTLÜK

Unutulmuş ne varsa sevgiden geri kalan
Bir kadeh şarap gibi içilmiş şarkılarda
Bütün ışıklar sönmüş, terkedilmiş hatıran
Bir senin aydınlığın karanlık sokaklarda

İSPANYOL MEYHANESİNDE SENİ ARADIM

Bu akşam
Bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’un
Seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde
Sonra akvaryumlu meyhanede balıklara sordum seni
Canım kıyasıya sarhoş olmak istiyordu
Yokluğun bir karanlık gibiydi içimde
Ağır ve dayanılmaz
İspanyol Meyhanesi’nde tahta masalara yazdım adını
Sonra şarap döküp üstüne çok çok öptüm
Bilsen ki; şarap, dudakların kadar vefasız değildi

İspanyol Meyhanesi’nde
Toprak kadehlerinden içtim ellerini, yudum yudum
Önce bir serinlik sardı kanımı
İliklerime kadar üşüdüm
Sonra bir orman yangınında eridi dudaklarım
Ve bütün sokaklarında İstanbul’un
Gece sabaha dek seni aradım

Ne yana baksam karanlıktı
Oysa güzel kadınlar vardı masamda
Kendinden emin kadınlar
İnce, uzun parmaklı beyaz kadınlar vardı
Şarap, bir yerde o kadınlar gibiydi
İçtikçe başım dönüyordu.

Şimdi bütün meyhanelerde kadehler
Senin için uzanır yıldızlara
Bir gitar, alacakaranlıkta ilk seranadı
Senin için yapar Madrid’de
Madrid’de şarap renkli horozlar ötüyordu
Seni görür gibi oluyordum
Boğazıma bir şeyler düğümleniyordu
Üşüyordum, yorgundum üstelik
Soğuktu İspanyol Meyhanesi, loştu
Ve şimdi bütün meyhanelerinde İstanbul’un
Sevenler sarhoştu.

İspanyol Meyhanesi’nde ne şömine vardı,
Ne beyaz halılar
Ama içtiğim her kadehe kokun sinmişti
Başım dönüyordu
İstanbul’u yıkmak geliyordu içimden
Ben çaresizliğin böyle korkunç olduğunu
Bilmezdim eskiden

Bir garson halime bakıp
Anladı yıkılmış olduğumu
Canım yeşil şarap istedi, sordum
“Yok” dediler
Sonra gözlerin geldi aklıma
Oturup ağladım
İspanyol Meyhanesi’nde
Kadehlerce seni yaşadım

En güzeli seni sevmekmiş meğer,
Ölesiye, delice, korkunç
Fırınlarda seni aramakmış ekmek diye
Seni beklemekmiş en güzeli
Ölümü bekleyen hastalara inat
Eski bir meyhane şarkısı vardı
Bir türlü hatırlayamadım
Sonra gözlerini düşünüp
Kadehlerde yeşil yeşil yandım

Biliyorum
Bir gün sen de geleceksin İspanyol Meyhanesi’ne
Bir gün sen de çılgın gibi sarhoş olacaksın
Sevdiğimiz şarkıları söyleyeceğiz sabahlara dek
Yeşilköy’e bin güneş doğacak şarapsı gecelerimizden
Ama yanımda kadınlar varmış
İnceymiş, beyazmış, güzelmiş üstelik
Sen yoksun ya, ellerini tutamıyorum ya
Şarabı aynı kadehten içemiyoruz ya
İspanyol Meyhanesi’nde seninle ölmek varmış
Vız gelir dünya

Yorgunum şimdi, bitkinim
Beni unut artık
Söyle garsonlara
Kırılmış bir kadeh gibi bıraksınlar beni
Şimdi İspanyol Meyhanesi’nde
Bir tahta masada kaldı adım
Yere dökülmüş şaraplara güneş doğuyordu
Seni unutmadım

Ne kadar giyinsen o kadar çıplaksın
Bir yerde belki yalan söyler aynalar
Güzelliğini değil, seni sevmiştim
Şimdi soyun, soyunabildiğin kadar

SENİ BEKLEMEK

Zor şeymiş meğer seni beklemek
Bir bulup bir kaybetmek ellerini
Yollarda, caddelerde seni aramak
Açılan her pencerede seni görmek pırıl pırıl
Sonra durup durup saatlere küfretmek
Oysa seni sevince beklemek güzel oluyor
Seni sevince geceler daha az karanlık
Sabahlar daha çok mavi
Seni sevince her gün daha güzelsin
Şimdi ölesiye sevildiğinden habersiz
Kim bilir nerdesin?

Zor şeymiş meğer seni beklemek
Sen buna macera mı diyorsun?
Bu sevmek oysa, bir şarkı gibi
Bu, unutamamak seni; bu, aramak
Sen buna macera mı diyorsun?
İnsan sevince arar
Ve arıyorsa bekler
Biliyorsun

Zor şeymiş meğer seni beklemek
Daha çok dağınık saçların(ı) sevince
Daha çok deniz gibi
Daha çok derin
Ve daha çok güzel öpünce
Yosun yeşiline çalan gözlerin(i)

YALAN

Yaşamak, yalan belki
Yalan, delice sevmek
Gözlerin, dudakların,
O yeminler hep yalan.
Yalan geceler boyu
Hep seni düşündüğüm
Yalan güller, şarkılar,
Menekşeler hep yalan

Acımasız ağını
Şimdi örüyor zaman
Sana inanmak kadar
Seni sevmek de yalan

Birkaç damla gözyaşı,
Kurumuş birkaç çiçek
Ne kaldı elimizde
Buruk hatıralardan?
Yalan, geceler boyu
Hep seni düşündüğüm
Yalan; güller, şarkılar,
Menekşeler hep yalan

Acımasız ağını
Şimdi örüyor zaman
Sana inanmak kadar
Seni sevmek de yalan

Yaşamak yalan belki

YALNIZLAR ŞARKISI

İlk ben duyuyorum sesini dudaklarının
Ben geçtim o yollardan pürtelaş (*)
Sen perişan şarkılarda şiir
Ve unutulmuş gözlerimde yaş

İlk ben gördüm gözlerini
Ben sevdim, sevince deli gibi
Ne çare bu koskoca İstanbul’da
Yalnızlık, yalnızlık bitirdi beni

(*) Pürtelaş: Telaşlı (olarak)

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN  (22 Ağustos 1926s – 4 Kasım 1984)
Şair

AĞIR ŞİİR

En ağır işçi benim;
Gün yirmi dört saat, seni düşünüyorum.

AŞK FISILTILARI

1
Giyindin mi?
Tırnaklarını boyadın mı?
Ya dudakların?
Onları da boya.
Tara saçlarını bir güzel.
Hazır mısın?
Çıkabilir miyiz
Doruklarına aşkın?
O yerlere varabilir miyiz?
Denizleri geçebilir miyiz
El ele?
Hazır mısın?
Hadi, soyun öyleyse!..

2
Sağında bir yürek çarpıyor,
Benim yüreğim.
Sağımda bir yürek çarpıyor,
Senin yüreğin.
Şimdi
İki yürek, bir bedeniz;
Sonra
İki beden, bir yürek.

3
Her parçam bir ayrı yerde
Bir ayağım bugünde,
Bir ayağım yarında
Bir gözüm göklerde,
Bir gözüm denizlerde
Biri yaşamakta ellerimin
Biri ölümse,
Yüreğimse
Bin parçaya bölünmüş
Her biri bin yerinde

4
Beni çoğalt,
Beni artır,
Beni benimle çarp,
Seni bin yürekle seveyim.
Beni kendinle çarp,
Seni bir milyon yürekle seveyim.
Beni yerden yere çarp,
Duvardan duvara;
Öleyim,
Seni bir milyar yürekle seveyim

5
Bir ova
Sonsuz
Ovada bir at koşuyor
Soluk soluğa
Sarp bir kayalık
Dağ başında
Bir kartal kanat çırpıyor
Soluk soluğa
Ellerimde bir balık
Kıpkırmızı
Can veriyor
Soluk soluğa

6
Nefesin nefesime karıştı
Kokun kokuma
Etin etime karıştı
Gözlerim gözlerine
Suyum suyuna
Canım canına karıştı
Bir dere
Geldi ta uzaklardan
Gürül gürül
Denize karıştı
Gök toprağa karıştı
Toprak sonsuzluğa
Ben sana
Sen bana

7
Saat kaç?
Akşam oldu mu?
Gidiyor musun?
Yoo, gitme!
Kal ne olursun!
Bırak, giysilerin gitsin!
Çorapların,
Yüzüklerin,
Ayakkabıların gitsin
İstiyorlarsa
Sen kal bebeğim!
Aşk varsa,
Tanrı varsa

8
Yokluğunda
Hangi eve girdiysem
Hangi odaya
Orada ben yokum
Uzaklarda
Bir ev vardı
O evde bir oda
Orada sen yoksun

9
Uzaktayım
Beni çağırıyorsun
Yanındayım
Beni çağırıyorsun
İçindeyim
Beni çağırıyorsun
İçimdesin
Avaz avaz bağırıyorsun

10
Ölürdüm bu sevgiden yana yana
Alevlerim yıldızlara yükselirdi
Küllerim kaplardı tüm evreni
Ve ruhum dolaşırdı ta mehşere dek
Kordan bir çığlık gibi

Yaşamam, seni kıskandığım içindir

AYRILANLAR İÇİN

Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi, evet her şeyi unutmalıyız

Her kederin tesellisi bulunur, üzülme
İnsan ne kadar sevse unutabilir
Mevsimler gelir geçer, yıllar geçer
Sen de unutursun bir gün gelir

Hiç yaşamamışçasına, hiç sevmemişçesine
Unutursun o günlerimizi, gecelerimizi
O günlerce, gecelerce sevişmelerimizi

Her şeyi, evet her şeyi unutabilirsin
Hatta bütün yazdıklarımı satır satır
Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır

BEKLEYENLER İÇİN

Bir ayak sesi duymayayım
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir sarı saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Her şey bana seni hatırlatıyor
Gökyüzüne baksam
Gözlerinin binlercesini görürüm
Bir rüzgâr değse yüzüme
Ellerini düşünmeden edemem
Yaktığım bütün sigaraların dumanları sana benzer
Tadı senden gelir
Yediğim yemişlerin
İçtiğim içkilerin
Ve içimdeki bu dayanılmaz sıkıntı
Bu emsalsiz hüzün
Seni beklediğim içindir

Resmine bakamaz oldum
Uykulardan korkuyorum artık
Utanıyorum odamdaki bütün eşyalardan
Şu sedir, hâlâ gelip oturmanı bekliyor
Şu ayna, karşısında güzelliğini seyretmeni
Şu kadeh, dudaklarına değebilmek için duruyor masada

Ve şu saat, geldiğin anda
Durabilir sevincinden
Zaman çıldırabilir
Çünkü benim dünyamda
Ölümsüzlük, seni sevmek demektir.

Bir çocuk, doğmayı bekler
Bir ağır hasta, ölmeyi
Bitkiler, yağmur ve güneşi bekler
Yalnız bir kadın, sevilmeyi
Ve düşün ki; bir adam,
İçinde bütün bekleyenlerin korkusu ve ümidi
Seni bekler
Asılmayı bekleyen bir idam mahkûmu gibi

Sen gelinceye kadar
Pencerem kapalı duracak
Rüzgâr gelmesin diye
Artık perdeleri açmayacağım
Gün ışığı girmesin diye
Sonra kahrolacağım
Bu karanlıkta, bu derin yalnızlıkta
Ve günlerce, gecelerce haykıracağım
Nerdesin diye, nerdesin diye

Bir gün bu kapıdan sen gireceksin
Biliyorum
Er geç bu bekleyişin bir sonu gelecek
Yıllarca sonra
Öldüğüm gün bile gelsen
Bütün bu bekleyişlerimi ve öldüğümü unutup
Çocuklar gibi sevineceğim
Kalkıp sarılacağım ellerine
Uzun uzun ağlayacağım

BENİ KÖR KUYULARDA MENDİVENSİZ BIRAKTIN

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.

BİR ATEŞİM YANARIM; KÜLÜM YOK, DUMANIM YOK

Bir ateşim yanarım; külüm yok, dumanım yok
Sen yoksan mekânım belli değil, zamanım yok
Fırtınalar içinde beni yalnız bırakma
Benim senden başka sığınacak limanım yok

BİRAZ KÜL, BİRAZ DUMAN; O BENİM İŞTE

Biraz kül, biraz duman; o, benim işte
Kerem misali yanan; o, benim işte
İnanma gözlerine; ben, ben değilim
Beni sevdiğin zaman; o, benim işte

BİR DAMLA DEDİM, SEN BANA DERYA VERDİN

Bir damla dedim, sen bana derya verdin
Her anıma renk, ömrüme mana verdin
Yıllarca o tek mutluluğun girmediği
Dünyamı yıkıp yepyeni bir dünya verdin

BİR GÜN

Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde
Gözlerin uzun uzun karanlığa dalarsa
Bir sıcaklık duyarsan üşüyen ellerinde
Ve saatler gecikmiş zamanları çalarsa
Bil ki, seni düşünüyorum

Bir vapur yanaşırsa rıhtımına; bin, açıl
Örtün karanlıkları masmavi denizlerde
Ve dinle kalbimi; bak nasıl çarpıyor, nasıl
O bütün özlemlerin koyulaştığı yerde
Bil ki, seni bekliyorum

Bir sabah gün doğarken aç perdelerini, bak
Sevinçle balkonuna konuyorsa martılar
Kendini tadılmamış derin bir hazza bırak
Dökülsün dudağından en umutlu şarkılar
Bil ki, seni istiyorum

Gecelerden bir gece uyanırsan apansız
Uzaklarda elemli, garip bir kuş öterse
Bir ceylan ağlıyorsa dağlarda yapayalnız
Ve bir gün kabrimde bir sarı çiçek biterse
Bil ki, seni seviyorum

BİR KER(R)E BAKANLAR UNUTUR DERDİ, GÜNAHI

Bir ker(r)e bakanlar unutur derdi, günahı
Görmem gözünün nuruna daldıkça sabahı
Ben hiç bu kadar sevmedim ömrümce siyahı
Görmem gözünün nuruna daldıkça sabahı

BU KADAR YÜREKTEN ÇAĞIRMA BENİ

Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapında ölebilirim
Bir gece ansızın gelebilirim

Belki de hayata yeni başlarım
İçimde küllenen kor alevlenir
Bakarsın hiç gitmem, kölen olurum
Belki de seversin beni, kim bilir
Bir gece ansızın gelebilirim

“Kal!” dersen, dağlarca severim seni
Bir deniz olurum ayaklarında
Aşk bu, özleyiş bu; hiç belli olmaz
Kalbim duruverir dudaklarında
Bir gece ansızın gelebilirim

ÇIPLAK

Oramdan tutma!
Oramı elleme!
Orama dokunma!
Oram oranda kaldı
Sakın soyunma!

DAĞ RÜZGÂRI

Kaderde senden ayrı düşmek de varmış,
Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim.
Seni tanımadan,
Hele seni böyle deli divane sevmeden,
“Yalnızlık güzeldir” diyordum.
“Al başını, kaç bu şehirden,
Ufukta bir çizgi gibi gördüğün dağlara,
Rüzgârın iyot kokularını taşıdığı denizlere git,
Git gidebildiğin yere, git” diyordum.
Oysa ki, senden kaçılmazmış,
Yokluğuna bir gün bile dayanılmazmış,
Bilmiyordum.

Yine de dayanmaya çalışıyorum işte,
Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen,
Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye,
Rüzgâr; güzel bir koku getirmişse,
“Saçlarını okşayıp gelmiştir” diyerek avunuyorum.
Yaşamak seninle bir başka zamanı,
Bir başka zamanda seni yaşamak,
Her şeyden önce sen,
Elbette sen,
Mutlaka sen,
İster uzaklarda ol,
İster yani başımda dur,
Sen ol yeter ki bu zaman içinde,
Ben olmasam da olur.
Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır,
Bitmiyorsun.
Çaresizliğim gün gibi aşikâr,
Su olup çeşmelerden akan güzelliğin,
İnceliğin ışık ışık yüzüme vuran,
Sen; güneş kadar sıcak,
Tabiat kadar gerçek,
Sen bahçelerde çiçekler açtıran,
Sudan, havadan, güneşten yüce varlık,
Sen, o tek sevgi içimde,
Sen, görebildiğim tek aydınlık,

Bir nefes de benim için al,
Havasızlıktan öldürme beni,
Bulutlara, yıldızlara benim için de bak,
“Susadım” diyorsam,
Bir yudum su içmelisin,
Ben yorulduysam, sen uyumalısın.
Ellerim sevilmek istiyor,
Saçlarım okşanmak istiyor,
Dudaklarım öpülmek istiyor,
Anlamalısın.

Ağaçların yeşili kalmadı,
Gökyüzünün mavisi yok,
Bu dağlar o dağlar değil,
Rüzgârında kekik kokusu yok.
Kim bu çaresiz adam?
Bu kan çanağı gözler kimin?
Kaç gecedir uykusu yok,
Gündüzü yok,
Gecesi yok,
Yok!
Yok!
Anladım.
Sensiz yaşanmaz bu dünyada,
İmkânı yok.

DOST BİLDİKLERİM

Sanırdım gündüzdü onlarla gecem
İçimde ümitti dost bildiklerim
Ne zaman yıkılıp yere düştüysem
Bırakıpta gitti dost bildiklerim

Nerde o sözlere kandığım günler
Her gülen yüzü dost sandığım günler
Acıdan tutuşup yandığım günler
Seni benden etti dost bildiklerim

GÜL BİRAZ BUNCA KEDER BUNCA GÖZYAŞI BİTSİN

Gül biraz; bunca keder, bunca gözyaşı bitsin
Gül biraz, şu gök kubbe kahkahanı işitsin
Her gidenin ardından koşmaya değmez hayat
Gelecekleri bekle; gidecek, varsın gitsin

İÇİMDE BİN TÜRLÜ KEDER

İçimde bin türlü keder
Senden gelir sana gider
Alnıma yazılan kader
Senden gelir sana gider

İSPANYOL MEYHANESİ

Kararmış tahta masamızda bir şişe şarap,
Gecelerden bir gece bezginiz.
Üstelik adamakıllı sarhoşuz.
Ellerin, ellerimde.

İspanyol meyhanesinde bir kadın,
Çığlık çığlığa şarkı söylüyor.
Belli, yıkılmış bir kadın.
Hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı.
Zayıf, incecik elli, kalın dudaklı.
Sesi bir tokat gibi patlıyor kulaklarımızda,
Yüzümüz al al oluyor.
İçimiz hüzün dolu, kahır dolu,
Gözlerimiz kanlı.

İspanyol meyhanesinde bir gece
Seninle baş başayız.
Üstelik sarhoşuz adamakıllı.
Daha içelim, daha içelim!

Başını dizlerime daya, gözlerin kapalı
Ağla biraz.
Bak, ben de ağlıyorum.
Ocakta odunlar sönüyor,
Görüyor musun?
Çığlık çığlığa bir kadın,
Duyuyor musun?

Ah, ölelim artık;
Bitsin bu delicesine koşu,
İspanyol meyhanesi yerin dibine batsın!
Yeter! Yeter!
Öleceksek ölelim.
Hadi, vur kendini şaraba,
Kedere ve aşka vur!
Daha içelim, daha içelim!

Alkol duvarını geçelim artık,
Damarlarımızdan ispirto akmalı.
Hey garson!
Sustur şu çığlık sesli kadını!
Söyle masamıza gelsin, içelim!
Hey garson!
Bütün hesaplar benden bu gece, sen de iç!
Kapat kapıları,
Yabancı gelmesin.
İspanyol meyhanesinde öldüğümüzü
Kimse bilmesin.
Daha içelim, daha içelim.

MÜEBBET HAPİS

Üç papaz, üç asa mahkûm.
Asın biri idama,
Biri yirmi seneye,
Biri de sana mahkûm.
Biri öldü kurtuldu,
Biri yattı kurtuldu,
Sana mahkûm olanın
Vay başına gelenler.

NASIL OLUR?

Beni sevsen,
Beni üzmesen,
Olur mu?
Olur, ama garip olur.
O zaman kederim kalmaz.
Bir şey değil,
Meyhaneciye karşı
Ayıp olur.

PİŞMANLIK

Beni seveceksen,
İyi sev!
Pişman et, dünyaya geldiğime!
Sevmeyeceksen,
Mesele yok.
Zaten pişmanım demektir.

RIHTIMDA

Bir beyaz gemiydi ayıran onları
Kadın güvertedeydi, adam rıhtımda
Şimdi unuttum yüzünü kadının
Adamın gözleri aklımda

Kana bulanmış bıçaklar gibi
Uzun kirpikleri ıslaktı
Adam dertli, adam darmadağın
Dokunsalar ağlayacaktı

Adam bitkindi, adam seviyordu
Kalan kederdi, giden gemiyse
“Taş olduğu içindir” dedim
Rıhtım taşları erimediyse

Derken, bir düdük öttü ansızın
Bembeyaz gemi gitgide ufaldı
Korkunç yalnızlığıyla baş başa
Rıhtımda bir adam kaldı

SENDE BİR SEN YAŞAR Kİ, O SEN DEĞİLSİN

Sende bir sen yaşar ki, o sen değilsin
Senden uzak o kadar ki, o sen değilsin
Seni senden başka bir ben bilirim
Bilmediğim bir sen var ki, o sen değilsin
Senden uzak o kadar ki, o sen değilsin

SENİNLE ÖLMEK İSTİYORUM

Dağ başında bir avcı kulübesi
Yerler diz boyu kar
Ocakta ateş
Dışarda rüzgâr
Hadi gel!
Önce sevişmeliyiz uzun uzun
Yerdeki ayı postunun üzerine uzanmalıyız
Bütün vücudunu santimetre karelere ayırıp
Birer birer öpmeliyim
Ve sonra sımsıkı sarılmalıyım sana
Böylece ölmeliyiz
Aradan yıllar geçip
Bizi buldukları zaman
Etlerimiz çürümüş olsa da
Kemiklerimiz ayrılmamalı birbirinden
Hadi gel!
Nefes almak hüner değil
Seninle ölmek istiyorum.

SEVDİĞİM DÜNYALAR KADAR

Sevdiğim dünyalar kadar;
“Gel!” dese bir gün, “Gel!” dese
Nesi var ömrün, nesi var?
Vesvese hepsi, vesvese

Bir şarkı gelir uzaktan
Söyler aşktan, yaşamaktan
Bir ses ki; ruhtan, dudaktan
O sese yandım, ah o sese

Mademki gönül böyle deli
Delicesine sevmeli
Usanıp yine sevmeli
Bitmese sevgi, bitmese

UZUYOR YILLAR GİBİ DAKİKALAR SEN YOKSAN

Uzuyor yıllar gibi dakikalar sen yoksan
Teselliler, ümitler neye yarar sen yoksan
Alev alev yanarken bilsen nasıl her gece
Bin defa ölüyorum fecre kadar sen yoksan

ÜLTİMATOM

Canımı sıkma benim!
Kötü söyletme!
“Gel!” diyorsam, gel!
“Git!” diyorsam,
Sakın gitme!

ÜMİTSİZ AŞKLAR İÇİN

Ben ümitsiz aşklar için yaratılmışım
Ayrılıklar için, sonsuz kederler için
Ne zaman ta derinden sevsem seni
Ezilmeli yeni açmış gülleri kalbimin

En güçlü zehir olmalı aşk dediğin
Alkol gibi damarlarıma yürümeli
Sarmalı her yanımı gece olunca
İçimde bir çıban gibi büyümeli

İnsan sevince her gün bir kez ölmeli
Her gün bir başka yerine saplanmalı o kurşun
Yollara düşmeli, perişan, deli divane
Erimeli potasında o garip var oluşun

Artık uzak bir anıdır huzur ve sükun
O büyük yangın başlamışsa yürekte
Bir gün gelir de bu çaresizliğin
Aranır bütün tesellisi ölmekte

O yerde sevilmek de yalan, sevmek de
Nereye baksan diz boyu karanlık
Boşuna bir ışık arama göklerden
Her şeyinle aşkın içindesin artık

Böyle gitgide derinlere çeker o bataklık
Orada ölümsüz olur nice kara sevdalı
Sevmek; hiç sevilmeden, korkunç güzel
Aşk dediğin, karşılıksız olmalı

ÜZGÜN DEĞİLİZ, BELKİ DE MEMNUN GİDERİZ

Üzgün değiliz, belki de memnun gideriz
Bir dilberin endamına meftun gideriz
Leyla’mızı kaç yıl aradık; yok, yine yok
Gel gör ki, cihandan yine mecnun gideriz

YALNIZLIK

Üzülme,
Tek başına koşacağın
Her koşuda birincisin.
Bozulma,
Tek başına kaldığın zaman.

NÂZIM HİKMET RAN (15 Ocak 1902 – 3 Haziran 1963)
Şair, oyun yazarı, romancı, anı yazarı

HOŞ GELDİN KADINIM BENİM

Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin!
Yorulmuşsundur;
Nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
Ne gül suyum, ne gümüş leğenim var.
Susamışsındır;
Buzlu şerbetim yok ki, ikram edeyim.
Acıkmışsındır;
Sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam,
Memleket gibi yoksuldur odam.

Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin!
Ayağını bastın odama;
Kırk yıllık beton,
Çayır çimen şimdi.
Güldün,
Güller açıldı penceremin demirlerinde.
Ağladın,
Avuçlarıma döküldü inciler.
Gönlüm gibi zengin,
Hürriyet gibi aydınlık oldu odam.

Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin!

MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ (*)

O, mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali; minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
Hazırlanmıştı ki devin;
Yapamazdı yapısını,
Çalamazdı kapısını
Bahçesinde ebruliiii
Hanımeli
Açan evin.

O, mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın.
Yoruldu devin büyük yolunda
Ve “Elveda!” deyip mavi gözlü deve
Girdi zengin bir cücenin kolunda
Bahçesinde ebruliiii
Hanımeli
Açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz
Bahçesinde ebruliiiii
Hanımeli
Açan ev..

(*) Türkiye’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi (29 Ocak 1923 – 5 Ağustos 1925 tarihleri arasında iki yıl, altı ay, yedi gün evli kalmışlardır) Latife Uşşaki Hanım (1898-1975) için yazıldığı ileri sürülür.

PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ: SAAT 21-22 ŞİİRLERİ

22 Eylül 1945
Kitap okurum,
İçinde sen varsın.
Şarkı dinlerim,
İçinde sen.
Oturdum, ekmeğimi yerim:
Karşımda sen oturursun.
Çalışırım,
Karşımda sen.
Sen ki, her yerde “hâzır-ı nâzır”ımsın. (*)
Konuşamayız seninle,
Duyamayız sesini birbirimizin:
Sen, benim sekiz yıldır dul karımsın.

(*) Hazır ve nazır: Her yerde birden bulunan.

23 Eylül 1945
O şimdi ne yapıyor?
Şu anda, şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı?
Çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir.
— Hey gülüm!
Beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!..—

O şimdi ne yapıyor?
Şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
Okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir.
— Her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
Sevgili, canımın içi ayaklar!..—
Ve ne düşünüyor?
Beni mi?
Yoksa
Ne bileyim
Fasulyenin neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
Neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor?
Şu anda, şimdi, şimdi?..

24 Eylül 1945
En güzel deniz,
Henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk,
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz,
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz,
Henüz söylememiş olduğum sözdür.

30 Eylül 1945
Seni düşünmek güzel şey,
Ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana.
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

8 Ekim 1945
Çekilmez bir adam oldum yine;
Uykusuz, aksi, nalet. (*)
Bir bakıyorsun ki;
Ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum.
Sonra bir de bakıyorsun ki;
Ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü,
Sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret
Ve merhamet…

Çekilmez bir adam oldum yine;
Uykusuz, aksi, nalet.
Yine her seferki gibi haksızım.
Sebep yok,
Olması da imkânsız.
Bu yaptığım iş ayıp,
Rezalet.
Fakat elimde değil
Seni kıskanıyorum,
Beni affet!

(*) (Halk ağzı) Lanet.

27 Ekim 1945
Bir elmanın yarısı biz,
Yarısı bu koskoca dünya.
Bir elmanın yarısı biz,
Yarısı insanlarımız.
Bir elmanın yarısı sen,
Yarısı ben.
İkimiz.

1945 YILI ARALIK AYININ DÖRDÜ (*)
İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan.
Giyin, kuşan,
Benze bahar ağaçlarına.
Hapisten,
Mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına.
Kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını.
Böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
Ne münasebet,
Böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmet’in kadını.

(*) Yine bu tarihte, İstanbul’da yayımlanan, sol eğilimli günlük Tan gazetesi (1935-1945); 2’nci Dünya Savaşı sırasında Naziler’e karşı Müttefikler’i destekleyen yayın çizgisi sonucu antikomünist bir propaganda ve karanlık bir provokasyon ile on binlerce göstericinin toplu linç ve yağma hareketine uğrayıp yayınını durdurmak zorunda kaldı. Gazeteci ve yazar Ali Naci Karacan tarafından satın alınıp (1950) “Milliyet” adı ile günümüzde yayımını sürdüren gazetenin bugünkü sahibi, Demirören Holding adına Erdoğan Demirören’dir.

RUBAİLER, İKİNCİ BÖLÜM, 6

Ben, spiker, konuştum,
Sesim bir tohum gibi ağır ve çıplak:
— Kalbimin saat ayarını veriyorum,
Gonga tam şafak vakti vurulacak.

ONUR ŞENLİ (doğ. 1 Ocak 1940)
Doktor, gazeteci, yazar ve şair

AGORA MEYHANESİ (*)

Sana bu satırları,
Bir sonbahar gecesinin
Felç olmuş köşesinden yazıyorum.
Beş yüz mumluk ampullerin karanlığında,
Saatlerdir boşalan kadehlere
Şarkılarını dolduruyorum.
Tabağımdaki her zeytin tanesine
“Simsiyah Bakışların”ı (**) koyuyorum.
Ve kaldırıp kadehimi
Bu rezilcesine yaşamaların şerefine içiyorum.
Burası Agora Meyhanesi!
Burada yaşar aşkların en madarası
Ve en şahanesi.
Burada; saçların her teline bir galon içilir,
Gözlerin her rengine bir şarkı seçilir.
Sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin,
Bu sekiz köşeli meyhane seni bilir.
Burası Agora Meyhanesi!
Burası arzularını yitirmiş insanların dünyası.
Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı,
Boşalan ellerimde kahreden bir hafiflik.
Bu akşam umutlarımı meze yapıp içiyorsam
Elimde değil,
Bu da bir nevi namuslu serserilik.
Dışarıda hafiften bir yağmur var.
Bu gece, benim gecem!
Kadehlerde alaim-i semaların (***) raks ettiği,
Gönlümde bütün dertlerin hora teptiği gece bu.
Camlara vuran her damlada seni hatırlıyorum
Ve sana susuzluğumu.
Birazdan şarkılar susar, kadehler boşalır,
Umutlar tükenir, mezeler biter.
Biraz sonra bir mavi ay doğar tepelerden
Bu sarhoş şehrin üstüne.
Birazdan bu yağmur da diner.
Sen bakma benim böyle delice efkârlandığıma,
Mendilimdeki o kızıl lekeye de boş ver.
Yarın gelir çamaşırcı kadın,
Her şeyden habersiz onu da yıkar.
Sen mesut ol yeter ki, ben olmasam ne çıkar?
Dedim ya, burası Agora Meyhanesi!
Bir tek iyiliğin tüm kötülüklere meydan okuduğu yer.
Burası Agora Meyhanesi!
Burası, kan tüküren mesut insanların dünyası.

(*) Şiire konu olan meyhane, İzmir’in Konak merkez ilçesinde tarihi Mezarlıkbaşı semtinden eski Türk mahallesinin sonu Eşrefpaşa semtine çıkarken İkiçeşmelik’in arka bölgelerine düşen ve aynı adı taşıyan Agora’daki salaş meyhanelerden biri. Şaire göre, “kokoreççi meyhane”. Ne var ki, bu şiirle ünlenen, Balat’ın (Fatih, İstanbul) tarihi çarşısı Leblebiciler Sokağı’nda Rum kaptan Asteri’nin açtığı (1890) Agora Meyhanesi olmuştur. Şiirin kısa öyküsü şöyle:

Bir akşam konuk gittikleri bir aile dostlarının evinde, baba Sabahattin Şenli, “Bizim oğlan çok güzel şarkı okur” deyince; Namık Kemal Lisesi (Konak, İzmir) öğrencisi Onur Şenli, “Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek” şarkısını okumuş. Ev sahibi aile de, ortanca kızlarının (daha sonra İzmirli bir gazete patronunun eşi) sesini övünce,o da, gözlerini Onur’dan ayırmadan “Simsiyah Bakışların” tangosunu okumuş. İlk görüşte aşk!.. Yazık ki, karşılık görmeyen bu aşkın meyvesi, bu şiir olmuş. Şiirin ilk adı “The Night, Wine and Love” imiş. Ama o dönemde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde çıkarılan edebiyat dergisi Neşter’i ha­zır­la­yan Dr. Oktay Dikmen (çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı) tarafından “Agora Meyhanesi” olarak değiştirilmiş.

Anladım Sevmeyeceksin Beni Sen Nazlı Çiçek (Hicaz şarkı)
Söz: Mustafa Nâfiz Irmak, Müzik: Selahattin Pınar

Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek
Hasta gönlüm yine hicranını yalnız çekecek
Belki ruhum seni çılgınca severken ölecek
Yine sensin beni bir lahza şifâyâb edecek

(**) Simsiyah Bakışların (Tango)
Söz ve Müzik: (Diş Hekimi) Kadri Cerrahoğlu

Seni sevmem de haksız
Sevdim demem de haksız
Fakat ne çok insafsız simsiyah bakışların

Bir ılık gece gibi simsiyah bakışların
Aşk dolu rüya gibi simsiyah bakışların

O ne bakışlar öyle
Taş mı olaydım söyle
Beni çıldırtan böyle simsiyah bakışların

Bir ılık gece gibi simsiyah bakışların
Aşk dolu rüya gibi simsiyah bakışların

Deli ettin beni sen
Senin oldum artık ben
Bayram etsin o gülen simsiyah bakışların

(***) Alaimisema: Gökkuşağı.

 

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Temmuz 2014 in Şiir

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,